Biz ne ara bu hale geldik?

ABDULLAH ŞANLIDAĞ

Sözün hemen başında şunu ifade edeyim. Ben bir Müslümanım ve dinimin emirlerine uymak ve yaşamakla mükellefim. Lakin bidat, hurafe, dinimize sonradan eklenmiş veya çıkartılmış şeylere karşıyım. Bu anlamda samimi Müslümanlara ve dindarları saptırmayan âlimlere, yolumuzu aydınlatan entelektüel camiaya saygım var.

Dine sonradan eklenen şeylerin, gerçek dini ilkeleri perdelediğini düşünüyorum. Modern kapitalist düzen, bizi her alanda dönüştürdüğü gibi, İslami konularda da değişim yaşatıyor. Bir ülkede mabedler boşken kafelerde oturacak yer bulamıyorsanız, oturup derin derin düşünün. Câmiler; çaptan düşmüş, artık günah işleyemez hale gelmiş, evdeki eşiyle didişmektense gidip vakit geçirebileceği, sadece vakit namazlarını şuursuz, ihlastan yoksun yaşlıların mekânı haline gelmişse, bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Çocukluğumdan beri hep düşünmüşümdür. Neden farz olan beş vakit namazı sürekli erteler ve yaşlandıktan sonra kılmaya başlarız? Neden kandil gecelerinde camiler dolup taşarken, vakit namazlarını sadece yaşlılar eda eder? Neden kadınlarımız genç ve güzelken değil de yaşlandıktan sonra başlarını örterler? Oysaki Kur’an, “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” buyurmakta. Ben çocukken, dedem rahmetli camiye hep sabunluk adamların geldiğini söylerdi. Tabii o zamanlar sabunluk kavramı ile neyi kastettiğini anlamamıştım. Sabunluk, beli bükülmüş, ihtiyar, bir ayağı kabirde, ölümü yakın olan insan demektir. İslam geleneğinde/inancında, ölen insan, gassal tarafından sabunla yıkanır ve kefenlenir. İnsan, yaşlanınca ölür diye bir kaide yok. Ne dünyaya gelişimiz ve ne de dünyadan ayrılışımız bizim irademizle olmuyor. Her şeyi çekip çeviren külli irade var. Bu kâinatın sahibi olan yüce Allah, insana cüzi irade yüklemiş. Akıl, insanoğlu için çok büyük bir nimet. İslâm, aklı tek başına yeterli görmediği gibi, aklı, hikmeti reddeden felsefeyi de reddeder. “Hâlâ akletmiyor musunuz?” diyerek, sık sık Müslümanları uyarır. İslam’ın akla, fikre, iradeye verdiği önemi biliyoruz.

DİN ANLAYIŞIMIZ NEDEN DEĞİŞTİ

Ben bir ilahiyatçı değilim. Sadece samimi bir Müslümanım ve dinimi sahih kaynaklardan öğrenmeye çalışıyorum. Aklımı ve irademi hiç kimseye ipotek ettirmem. Benim için önemli olan hak, hukuk, adalet ve samimi olmaktır. Bu anlamda ekran fenomenlerinin, İslam’da şu yok bu yok diyen, sürekli ahkâm kesen, fakat kendi özel hayatında dinin hiçbir ilkelerine uymayan ve yaşamayan ilahiyatçı veya entelektüellerin benim nezdimde zerre kadar değerleri yok.

Yazımın başında, farz olan beş vakit namazı sadece yaşlıların eda ettiğini, gençlerin ise kafelerde ömür tükettiğini söyledim. Kandillere ve bazı konulara gösterdiğimiz saygıyı, dinin temel dinamiklerine göstermiyoruz. Bizim ülkemizde dini belli zamana ve mekâna hasreden laik kesimler ile şuursuz sosyete, şehir halkı, Diyanet tarafından takvimlerde kodlanmış kutsal (nedense hepsi de Cuma gecesine denk getirilir) kandilleri kutlamaktan geri durmazlar. Hatta bir de bunu mevlid geleneği ile taçlandırırlar. Şeker ve börek de dağıtarak vicdanını rahatlatır, işlemiş olduğu tüm günahların da affolunduğunu zanneder. Oysaki din bu değil. Kandiller dini geceler değildir.

Tevhid inancını perdeleyen, hakikati örten ve onun önünde engel olan ne varsa, tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın baltayla putları kırdığı gibi, biz de kırmalı ve Muvahhid Müslümanlar olmalıyız. Kandillerin, İslâmi açıdan hiçbir önemi olmadığını düşünüyorum. Bu tür ritüeller bilakis dinin anlaşılmasının önündeki en büyük engellerdir. Adamın farzla, Cuma ile namazla bir alakası yok, cep telefonundan Cuma ve kandil mesajları paylaşıyor.

Sahih kaynaklarda, günümüz insanlarının büyük önem verdiği kandil gecelerinin kutlandığına dair hiçbir bilgi, dayanak yok.

Arap dünyası bu konuda biraz hassas ama o da diğer konularda dökülüyor. Mitoloji ve tasavvufa önem veren ülkelerde kandil kutlama algısı daha yoğun. Türkiye de bu ülkelerin başını çekiyor. İnançlarla ritüeller iç içe girerse, orada tehlike başlar.

Diyanet İşleri Başkanlığı da birçok şeyi perdeliyor. Kendi çıkardığı ansiklopedide gerçekleri söylerken, sosyal hayatta ve camilerde yaşanan hurafelere karşı mücadele etmiyor. Bu kandillerin dinde yerinin olmadığını bildikleri halde, kandil gecelerine özel mevlit, ritüeller ihdas ediyor. Kutlu doğum haftası da öyle değil mi? Hz. Peygamberin doğum gününü kutlamamız istenmiyor. Önemli olan onun getirdiği ilkeleri ve dini samimi bir şekilde yaşamaktır. Bu anlamda FETÖ de dine büyük bir darbe vurdu. Bazı farzlara furuat derken, bir kısmını da hepten reddetti. Bu özel ve kutsal atfedilen günler, sosyal yaşantıda bazı batıl ve kabul edilmesi mümkün olmayan günleri de beraberinde getirdi.

14 Şubat sevgililer gününün bir Katolik azizinden esinlenerek kutlandığını biliyor muydunuz? Tüketim toplumunu körükleyen kapitalizm, aşkı da bir metaya dönüştürdü. Oysa ki aşk ezoterik (içsel) ve batınidir, pazarlanamaz.

İsterseniz etrafınıza şöyle bir bakın, 14 Şubat’ta aşk çikolata, çiçek ve mücevher satmak için bir araç haline geliyor. Maddi hediyeler, sanki duygusal bağlılığa eşmiş gibi lanse ediliyor. Birileri kendilerine Pazar oluşturabilmek için sevgililer günü, anneler günü, babalar günü ihdas etmiş. Gün ne Allah aşkına ya... Seven insan, yılın her günü sever ve sevgisini bir güne hasretmez. Ayrıca sevgililer günü ile nikâhsız, gayrimeşru birliktelikler aşılandı. Hayata seküler bakmaya başlayan Müslümanların inanç ve yaşantılarında, bu yüzden fay hatları oluştu.