İSTANBUL / ANADOLU AJANSI
Heniyye'nin öldürülmesinden sonra diplomasinin daha az etkili olduğu, sahadaki çatışma dinamiklerinin belirleyici hale geldiği, Filistin ve bölgenin uluslararası güç mücadelesinin bir alanı haline dönüşeceği döneme giriyoruz.
Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye suikastının arka planını Anadolu Ajansı (AA) Analiz için kaleme aldı.
***
Hamas lideri İsmail Heniyye İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin töreni münasebetiyle Tahran’da bulunduğu sırada bir suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. Olayın detayları bu yazı yazıldığı esnada İran makamları tarafından henüz paylaşılmadı. Eldeki bilgilere göre Tahran’ın kuzeyinde Devrim Muhafızları tarafından korunan bir kampüste bulunan Heniyye ve koruması 31 Temmuz sabah 2 sularında meydana gelen bir hava saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Bununla birlikte saldırı anına ya da sonrasına ait görüntü bulunamaması soru işaretlerine yol açtı. İddia edildiği üzere adı geçen binanın yalnızca bir katı hatta bir odası zarar gördüyse saldırıda patlayıcı yüklü mikro suikast dronu kullanılmış olması mümkündür. Yine insan faktörünün farklı şekillerde işin içinde bulunduğu suikast biçimlerinin geçerli olması imkan dahilindedir.
İsrail hiçbir kırmızı çizgi tanımıyor
İsrail’in bu eylemi hem sembolik hem de pratik açılardan oldukça önemli. İsrail Tahran’daki saldırıdan saatler önce Beyrut’ta Hizbullah’ın askeri kanadının lideri olduğu belirtilen Fuad Şükür’ü de öldürdüğünü açıkladı. 2 saldırı da İsrail’in 7 Ekim’den beri yürüttüğü ve 40 binden fazla sivili öldürdüğü acımasız savaşta hiçbir kırmızı çizgi tanımadığını net bir şekilde ortaya koydu. Mevcut Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden’ın yeniden aday olmayacağını açıklamasının ya da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun son ABD gezisindeki temaslarının bu saldırılara onay çıkmasında ne kadar etkili olduğu bilinmiyor. Ancak Kongre’deki konuşmasında sürekli olarak "yılanın başı İran" vurgusu yapan ve ABD adına savaştığını ileri süren Netenyahu’nun savaşı yayma konusunda daha rahat hareket ettiği ortada.
Aslında İsrail daha önce de İran içinde gerçekleştirdiği çeşitli suikastlar ve sabotajlarla İran güvenlik mekanizmasına sızdığını gösterdi. Bizzat eski İran İstihbarat Bakanı Ali Yunusi bu durumu ifade etti ve üst düzey yetkililerin güvenlik endişesi taşıdıklarını söyledi. Gerek ülke içindeki nükleer ve askeri suikastlar gerekse de nükleer faaliyetler dosyasının ülke dışına kaçırılması gibi hadiseler İran açısından ciddi istihbarat başarısızlıkları olarak kayıtlara geçti. Bu son saldırı mezkur sürecin devamı olarak okunmalıdır. Benzer şekilde bu saldırı eski İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin hayatını kaybettiği helikopter kazasının sabotaj olma ihtimalinin de yabana atılmaması gerektiğini gösteriyor. Anlaşılan eski ABD Başkanı Donald Trump’ın "son anda vazgeçtiler ve tek başıma yaptım" dediği 2020’deki Kasım Süleymani suikastındaki tavrının aksine İsrail yönetiminin İran’ı doğrudan hedef alma konusunda hiçbir çekincesi kalmadı. 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki Büyükelçiliğini bombalayan İsrail, 30-31 Temmuz saldırılarıyla doğrudan savaş için gerek 7 Ekim’den beri düşük yoğunluklu bir çatışmayı tercih eden Hizbullah'ı gerekse de Tahran’ı geniş bir savaşa çekmek için elinden geleni ardına koymuyor. Bu maksatla başta rehinelerin serbest bırakılması olmak üzere aylardır süren diplomatik çabaları dinamitlemekten de kaçınmıyor.
Bölgede çatışmalar derinleşecek mi?
İran ve Hizbullah başta olmak üzere bölgesel müttefikleri bu saldırılara ciddi bir yanıt vereceklerdir. Bu durum 7 Ekim’den beri Gazze eksenli süren İsrail saldırılarının ve bölgesel çatışmanın sahasının yayılacağını ve derinleşeceğini gösteriyor. İran ya da Hizbullah’ın geri adım atması 45 yıllık politikaların iflasının kabulü anlamına gelecektir ve İran ve müttefiklerinin iyice aşınan caydırıcılıklarının sona erdiğinin ilanı olacaktır. Bu durum Tahran açısından kabul edilemez. Bu noktada Yemen ve Irak’taki güçlerin ABD ve İsrail’e yönelik saldırılarının nitelik ve nicelik olarak artması mümkündür. 7 Ekim’den beri kırılganlığının farkında olduğu için oldukça ihtiyatlı hareket eden Suriye ve Beşşar Esed yönetimi de istemeden de olsa çatışmalara müdahil olabilir. Bu durum ülke içinde terör örgütü PKK/YPG ve diğer silahlı grupların hareketlenmesine yine Rus hava saldırılarının artmasına yol açabilir. Kısaca 7 Ekim, 1 ve 13 Nisan tarihlerinden sonra 30 Temmuz da çatışmanın derinleştiği bir tarih olarak kaydedilecektir.
Saldırının ortaya koyduğu vahim tablo ile beraber Türkiye’nin 7 Ekim’den beri yaptığı sağduyu ve insancıl diplomasi çağrısının, İsrail karşısında uluslararası kuruluşları aktif hale getirme çabasının hatta yıllardır hasım güç kategorisinde bulunan Beşşar Esed yönetimine yaptığı uzlaşma çağrılarının arkasındaki saik de daha net görüldü. Heniyye suikastına yönelik Ankara’nın verdiği sert tepkiler bölgesel çatışmanın artık daha ileri bir aşamaya ulaştığı ve burada kalmayacağı endişesinden kaynaklanıyor. Muhtemelen bu aşamadan sonra diplomasinin daha az etkili olduğu, sahadaki çatışma dinamiklerinin belirleyici hale geldiği, dahası Ukrayna krizinde görüldüğü üzere Filistin ve bölgenin uluslararası güç mücadelesinin bir alanı haline dönüşeceği döneme giriyoruz. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "daha güçlü olmalıyız" vurgusu ile Kongredeki savaş çığırtkanı ABD’li senatörler tarafından ayakta çılgınca alkışlanan bölge liderleri arasında Netenyahu ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin yanı sıra Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in de bulunması Ankara’nın bölgesel denklemdeki hassas konumunu gözler önüne seriyor. Yine de ilk yakın riskin Suriye merkezli olma ihtimali çok daha yüksek olduğu için bu konuda önleyici tedbirlerin bir an önce alınmasında fayda bulunuyor.
[Dr. Hakkı Uygur Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.