18
Arkadan gelecekler içinde iyilikle anılmayı bana nasip eyle! ﴾84﴿ Beni, naîm cennetine girenlerden eyle! ﴾85﴿ Babamı da bağışla; kuşkusuz o doğru yoldan sapanlardan oldu. ﴾86﴿ İnsanların diriltileceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!” ﴾87-89﴿ O gün cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır. ﴾90﴿ Cehennem de küfre sapmış olanlara açıkça gösterilir. ﴾91﴿ Onlara, “Allah’ı bırakıp da taptıklarınız nerede? Size yardım edebiliyorlar veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilir. ﴾92-93﴿ Artık onlar, o sapkınlar ve İblîs’in yandaşları toptan tepetaklak cehenneme atılırlar. ﴾94-95﴿ Orada onlar birbirleriyle çekişerek şöyle derler: ﴾96﴿ “Vallahi, biz sizi âlemlerin rabbi ile eşit tutarken gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. ﴾97-98﴿ Bizi ancak o günaha batmış olanlar saptırdı. ﴾99﴿ Şimdi bizim ne şefaatçilerimiz var ne de samimi bir dostumuz. ﴾100-101﴿ Ah keşke bizim için bir dönüş daha olsa da müminlerden olsak!” ﴾102﴿ İşte bu anlatılanlarda elbet alınacak büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. ﴾103﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir. ﴾104﴿ Nûh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar. ﴾105﴿ Kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti: “İnkârdan sakınmayacak mısınız? ﴾106﴿ Bakınız ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. ﴾107﴿ Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. ﴾108﴿ Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. ﴾109﴿ Artık Allah’a isyandan sakının ve bana itaat edin.” ﴾110﴿ Şöyle cevap verdiler: “Seni toplumun en aşağı kesiminin izlediğini göre göre sana iman eder miyiz!” ﴾111﴿ Nûh dedi ki: “Onların vaktiyle ne yaptıklarını bilmem. ﴾112﴿ Onların hesabı ancak rabbime aittir. Düşünseydiniz bunu anlardınız! ﴾113﴿ Ben iman etmiş kimseleri kovacak değilim. ﴾114﴿ Ben sadece gerçekleri apaçık ortaya koyan bir uyarıcıyım.” ﴾115﴿ “Ey Nûh!” dediler, “Bu işten vazgeçmezsen, kesinlikle sen de taşlanacaksın!” ﴾116﴿ Nûh, “Rabbim!” dedi, “Kavmim beni yalancılıkla suçluyor. ﴾117﴿ Artık benimle onların arasındaki durumu sen hükmünle açıklığa kavuştur, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar!” ﴾118﴿ Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o her şeyle dopdolu geminin içinde kurtardık. ﴾119﴿ Sonra geri kalanları da sulara gömdük. ﴾120﴿ Doğrusu anlayanlar için bu kıssada büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. ﴾121﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güçlüdür, engin merhamet sahibidir. ﴾122﴿ Âd kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar. ﴾123﴿ Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmıyor musunuz? ﴾124﴿ Ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. ﴾125﴿ Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. ﴾126﴿ Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. ﴾127﴿ Siz boş şeylerle uğraşarak her yüksek yere bir anıt mı dikersiniz? ﴾128﴿ Temelli kalacağınızı umarak mı büyük konaklar yaparsınız? ﴾129﴿ Gücünüzü hep zalim zorbalar gibi mi kullanırsınız? ﴾130﴿ Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. ﴾131﴿ Bildiğiniz şeyleri size veren, size sürüler, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden Allah’a karşı gelmekten sakının. ﴾132-134﴿ Doğrusu sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.” ﴾135﴿ Şöyle cevap verdiler: “Sen öğüt versen de vermesen de bizce birdir.” ﴾136﴿ “Bu, öncekilerin tuttuğu yoldan başkası değildir. ﴾137﴿ Bu yüzden azaba uğratılacak da değiliz.” ﴾138﴿ Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de onları helâk ettik. Doğrusu bu anlatılanlarda büyük bir ibret vardır ama çokları inanmazlar. ﴾139﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir. ﴾140﴿ Semûd kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. ﴾141﴿ Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? ﴾142﴿ Bakınız, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. ﴾143﴿ Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. ﴾144﴿ Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. ﴾145﴿ Siz burada, bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin, meyveleri uç vermiş hurma ağaçlarının arasında güven içinde bırakılacağınızı ve dağlardan ustaca evler oyup yapmaya devam edebileceğinizi mi sanıyorsunuz? ﴾146-149﴿ Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. ﴾150﴿ Yeryüzünde düzeni bozan ama düzeltmeye yanaşmayan aşırıların istediklerini yapmayın.” ﴾151-152﴿ Dediler ki: “Kuşkusuz sen, kendisine büyü yapılmış birisin! ﴾153﴿ Sen de yalnızca bizim gibi bir insansın. Eğer doğru sözlü isen, haydi bize bir mûcize getir.” ﴾154﴿ Sâlih, “İşte (mûcize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa büyük bir günün azabı yakanıza yapışır” dedi. ﴾155-156﴿ Buna rağmen onlar deveyi kestiler, ama yaptıklarına pişman oldular; çünkü onları azap yakaladı. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır ama çokları iman etmezler. ﴾157-158﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir. ﴾159﴿ Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. ﴾160﴿ Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? ﴾161﴿ Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. ﴾162﴿ Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. ﴾163﴿ Bunun için sizden karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. ﴾164﴿ Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar arasından erkeklerle mi beraber oluyorsunuz? Doğrusu siz haddini aşan bir kavimsiniz!” ﴾165-166﴿ “Ey Lût!” dediler, “Bu tutumundan vazgeçmezsen iyi bil ki sen de kovulacaksın!” ﴾167﴿ Lût, “Doğrusu ben bu yaptığınızdan dolayı sizden nefret ediyorum” dedi. ﴾168﴿ “Rabbim! Beni ve ailemi, bunların yapmakta olduklarının vebalinden kurtar” diye dua etti. ﴾169﴿ Bunun üzerine geride kalanlar arasındaki yaşlı kadın müstesna, onu ve bütün ailesini kurtardık. ﴾170-171﴿ Sonra diğerlerini helâk ettik. ﴾172﴿ Üzerlerine de görülmemiş bir yağmur yağdırdık, sonunda önceden uyarılmış olanların yağmuru korkunç oldu. ﴾173﴿ Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler. ﴾174﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir. ﴾175﴿ Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı. ﴾176﴿ Şuayb onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? ﴾177﴿ Bakınız ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. ﴾178﴿ Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. ﴾179﴿ Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. ﴾180﴿ Ölçüyü tam tutun, eksik verenlerden olmayın. ﴾181﴿ Doğru terazi ile tartın. ﴾182﴿ İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın. ﴾183﴿ Sizi ve önceki nesilleri yaratana saygılı olun.” ﴾184﴿ Şöyle cevap verdiler: “Sen, gerçekten büyü yapılmış birisin! ﴾185﴿ Sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Biz senin kuşkusuz yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz. ﴾186﴿ Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır.” ﴾187﴿ Şuayb, “Yaptıklarınızı en iyi bilen rabbimdir” dedi. ﴾188﴿ Onu yalancılıkla suçladılar, derken gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi. O gerçekten büyük bir günün azabıydı! ﴾189﴿ Doğrusu almak isteyenler için bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. ﴾190﴿ Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir. ﴾191﴿ Şüphesiz bu Kur’an âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir. ﴾192﴿ Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Rûhulemîn indirmiştir. ﴾193-195﴿ O Kur’an, şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır. ﴾196﴿ İsrâiloğulları bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir delil değil midir? ﴾197﴿ Kur’an’ı Arap olmayanlardan birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine iman etmezlerdi. ﴾198-199﴿ Onu (inkârı) günahkârların zihinlerine böyle soktuk. ﴾200﴿ Onlar, sonunda can yakıcı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. ﴾201﴿ O azap farkında olmadan kendilerine ansızın geliverir. ﴾202﴿ Sonra, “Bize yeni bir süre verilir mi acaba?” diyecekler. ﴾203﴿ O halde (şimdi gelsin diyerek) azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar? ﴾204﴿ Ne dersin? Biz onları yıllarca nimetlerden faydalandırmışsak, sonra da kendilerine vaad edilen azap başlarına gelmişse! ﴾205-206﴿ Senelerce yararlandırıldıkları nimetler onlara ne fayda sağlamıştır? ﴾207﴿ Kaldı ki biz, öğüt vermek üzere uyarıcılar göndermeden hiçbir ülke halkını yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz. ﴾208-209﴿ Onu (ilâhî öğüdü) şeytanlar indirmedi. Bu onların yapacağı iş değildir, zaten buna güçleri de yetmez. ﴾210-211﴿ Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır. ﴾212﴿ O halde sakın Allah ile birlikte başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra cezaya çarptırılanlardan olursun! ﴾213﴿ Yakın akrabanı da uyar. ﴾214﴿ Sana uyan müminlere kol kanat ger. ﴾215﴿ Şayet sana karşı gelirlerse de ki: “Ben sizin yaptıklarınızdan kesinlikle uzağım.” ﴾216﴿ Sen, O, mutlak güçlü ve engin merhamet sahibi olan, huzurunda durduğun ve secde edenler içinde halden hale girdiğin zaman seni gören Allah’a güvenip dayan. ﴾217-219﴿ Her şeyi işiten, bilen O’dur. ﴾220﴿ Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? ﴾221﴿ Onlar günaha, iftiraya düşkün olan herkese inerler (onlara kötülüğü telkin ederler). ﴾222﴿ Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler, çoğu da yalancıdır. ﴾223﴿ Şairlere gelince, onlara da yoldan sapanlar uyar. ﴾224﴿ Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? ﴾225-226﴿ Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında görecekler. ﴾227﴿
Neml Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla
Tâ-sîn. Bunlar Kur’an’ın, gerçekleri açıklayan kitabın âyetleridir; ﴾1﴿ Namazı kılan, zekâtı veren ve âhirete kesin bir şekilde iman eden müminler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir. ﴾2-3﴿ Âhirete inanmayanların yapıp ettiklerini şüphesiz kendilerine güzel göstermiş olduk; bu yüzden şuursuzca eğlenip dururlar. ﴾4﴿ İşte en ağır cezayı hak edenler bunlardır; âhirette en çok ziyana uğrayacak olanlar da yine bunlardır. ﴾5﴿ Şüphesiz ki bu Kur’an sana ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından verilmektedir. ﴾6﴿ Bir zamanlar Mûsâ, ailesine, “(Şu uzakta) bir ateş bulunduğunu farkettim. Size oradan bir haber ya da ısınmanız için ondan bir parça kor getireceğim” demişti. ﴾7﴿ Oraya geldiğinde ona şöyle seslenildi: “Ateşin yanındaki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin rabbi olan Allah, her türlü noksanlıktan uzaktır!” ﴾8﴿ “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allahım! ﴾9﴿ Asânı yere at!” Mûsâ atıp da onu yılan gibi kımıldanır görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Allah buyurdu ki:) “Ey Mûsâ! Korkma, benim huzurumda peygamberler korkmaz; ﴾10﴿ Ancak haksızlığa sapan korkar; o da işlediği bir kötülük yerine bir iyilik ederse bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim. ﴾11﴿ Şimdi elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Dokuz mûcize ile Firavun ve kavmine git. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim oldular.” ﴾12﴿ Mûcizelerimiz onların gözleri önüne serilince, “Bu, düpedüz bir sihirdir” dediler. ﴾13﴿ Mûcizeleri açık ve kesin olarak görüp idrak ettikleri halde zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak! ﴾14﴿ Şüphesiz biz Dâvûd’a ve Süleyman’a da bir ilim verdik. “Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun!” dediler. ﴾15﴿ Süleyman Dâvûd’un yerine geçti. Dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lutuftur.” ﴾16﴿ Bir zaman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları Süleyman’ın emrinde toplanmış, birlikte sevk ve idare ediliyordu. ﴾17﴿ Nihayet Karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; aman, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” ﴾18﴿ Onun bu sözünden dolayı Süleyman neşeyle gülümsedi ve “Ey rabbim!” dedi, “Gerek bana gerekse anne babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat!” ﴾19﴿ Süleyman kuşları gözden geçirdi ve “Hüdhüdü niçin göremiyorum; yoksa kayıplara mı karıştı?” diye sordu. ﴾20﴿ “Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu şiddetle cezalandırırım ya da onu boğazlarım!” ﴾21﴿ Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim.” ﴾22﴿ “Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var. ﴾23﴿ Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. ﴾24﴿ (Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler, diye yapmış. ﴾25﴿ Oysa büyük arşın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur.” ﴾26﴿ Süleyman da, “Doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan biri misin, göreceğiz. ﴾27﴿ Şu mektubumu götür, önlerine bırak, sonra onların yanından çekil de ne sonuca varacaklarına bak.” ﴾28﴿ Sebe melikesi (adamlarına) şöyle dedi: “Beyler! Bana çok önemli bir mektup gönderilmiş! ﴾29﴿ Mektup Süleyman’dan gelmekte, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır; ﴾30﴿ ‘Bana üstünlük taslamayın, gelip bana teslim olun’ denilmektedir.” ﴾31﴿ Kraliçe şöyle dedi: “Efendiler! İçinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayın. Sizin görüşünüzü almadan asla bir işe kesin karar vermem.” ﴾32﴿ Şu cevabı verdiler: “Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.” ﴾33﴿ Kraliçe şöyle dedi: “Krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın altını üstüne getirirler ve halkının ulularını aşağılanmış duruma düşürürler. Bunlar da öyle yapacaklardır. ﴾34﴿ Ben bunlara bir hediye göndereceğim, sonra bakacağım elçiler ne ile dönecekler?” ﴾35﴿ (Elçiler) Süleyman’a geldiğinde o şöyle dedi: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha değerlidir. Hayır, hayır! Bu hediyenizle ancak sizin gibiler sevinir. ﴾36﴿ (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!” ﴾37﴿ (Danışmanlarına dönerek) “Beyler! Onlar boyun eğerek bana gelmeden önce hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilirsiniz?” diye sordu. ﴾38﴿ Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter, ben güvenilir biriyim” dedi. ﴾39﴿ (Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya kadar getiririm” diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.” ﴾40﴿ “Onun tahtını tanıyamayacağı bir hale getirin; bakalım gerçeği anlayacak mı yoksa anlamayanlardan mı olacak?” dedi. ﴾41﴿ Kraliçe geldiğinde, “Senin tahtın da böyle mi?” diye soruldu. “Tıpkı o!” dedi ve ekledi: “Biz bundan önce hakkınızda bilgi sahibi olmuş ve çağrınıza boyun eğmiştik.” ﴾42﴿ Onu, daha önce Allah’tan başka taptığı şeyler saptırmıştı. Çünkü o inkârcı bir kavimdendi. ﴾43﴿ Ona, “Köşke gir” denildi. Kraliçe salonu görünce, onu oraya toplanmış su sandı ve eteğini topladı. Süleyman, “Bu, billûrdan yapılmış bir köşkün şeffaf zeminidir” diye uyardı. Kraliçe, “Rabbim, ben gerçekten kendime zulmetmişim! Artık Süleyman’la beraber âlemlerin rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi. ﴾44﴿ Semûd kavmine, “Allah’a kulluk edin” demesi için kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Ama hemen birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler. ﴾45﴿ Sâlih, “Ey kavmim!” dedi, “İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz; size merhamet edilmesi için Allah’tan bağışlanmayı dileseniz olmaz mı?” ﴾46﴿ Şöyle cevap verdiler: “Sen ve beraberindekiler bize uğursuz geldiniz.” Sâlih, “Başınıza gelenler Allah katındandır. Doğrusu siz imtihana çekilen bir topluluksunuz” dedi. ﴾47﴿ O şehirde dokuz elebaşı vardı; bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyor, iyileştirme ve düzeltme cihetine gitmiyorlardı. ﴾48﴿ Allah’a and içerek aralarında şöyle konuştular: “Gece baskınıyla onu ve ailesini öldürelim, sonra velisine, ‘Biz Sâlih ailesinin öldürülmesi sırasında orada değildik, gerçekten doğru söylüyoruz’ diyelim.” ﴾49﴿ Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan bir plan kurduk. ﴾50﴿ Bak işte tuzaklarının sonu ne oldu: Onları da kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik! ﴾51﴿ İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda ibret vardır. ﴾52﴿ İman edip Allah’a karşı gelmekten sakınanları ise o felâketten kurtardık. ﴾53﴿ Lût’u da hatırla! O kavmine, “Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız? Gerçekten siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yöneliyorsunuz? Doğrusu siz değerleri bilmeyen bir topluluksunuz” demişti. ﴾54-55﴿ Şüphesiz o, müminler için bir hidayet rehberi ve bir rahmettir. ﴾77﴿ Gerçek şu ki rabbin onların arasında hükmünü verecektir. O çok güçlüdür, her şeyi bilmektedir. ﴾78﴿ O halde sen Allah’a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık hakikat üzeresin. ﴾79﴿ Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. ﴾80﴿ Sen körleri yanlış yoldan doğruya yönlendiremezsin. Sen (çağrını) ancak âyetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin. ﴾81﴿ Söylenen (kıyamet) başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların âyetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur. ﴾82﴿ O gün her ümmet içinden, âyetlerimizi yalan sayan grupları bir araya getiririz. Onlar düzenli bir şekilde (hesap yerine) sevkedilirler. ﴾83﴿ Nihayet oraya geldikleri zaman Allah buyurur: “Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?” ﴾84﴿ Zulme saptıkları için kendileri hakkındaki söz gerçekleşmiştir; artık konuşamazlar. ﴾85﴿ Dinlensinler diye geceyi yarattığımızı, gündüzü de aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda ibretler vardır. ﴾86﴿ Sûrun üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler. ﴾87﴿ Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa bulutlar gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. ﴾88﴿ Kim (ilâhî huzura) iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir; o gün onlar kıyamet dehşetinden de etkilenmezler. ﴾89﴿ Ama kimler de kötülükle gelirse işte onlar yüzüstü cehenneme atılırlar. Yaptıklarınızın karşılığından başkasını mı göreceksiniz? ﴾90﴿ De ki: “Bana, dokunulmaz kıldığı bu şehrin rabbine, yalnız O’na kulluk etmem emredildi; zaten her şey O’na aittir. Bir de bana müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.” Artık kim doğru yola gelirse yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: “Ben sadece uyarıcılardanım.” ﴾91-92﴿ Ve şunu da söyle: “Hamd Allah’a mahsustur. O, işaretlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. ﴾93﴿
Kasas Sûresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla
Tâ-sîn-mîm. ﴾1﴿ Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir. ﴾2﴿ İman eden bir topluluk için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını gerçek şekliyle sana anlatacağız. ﴾3﴿ Kuşkusuz ülkesinde Firavun ululuk taslamış, (ayırımcılık yaparak) halkını da gruplara ayırmıştı. Gruplardan birini, erkek çocuklarını kıyımdan geçirip kızlarını sağ bırakarak güçsüz düşürmek istiyordu. Hiç kuşkusuz o huzur ve güveni bozanlardandı. ﴾4﴿ Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri kılmak istiyorduk. ﴾5﴿ Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk). ﴾6﴿ Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahyettik. ﴾7﴿ Nitekim Firavun ailesi onu bulup aldı. Ama sonunda o kendileri için bir düşman ve tasa sebebi olacaktı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yoldalardı. ﴾8﴿ Firavun’un karısı, “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz” demişti. Onlar işin farkında değillerdi. ﴾9﴿ Mûsâ’nın annesinin yüreği ise yalnızca çocuğuyla meşguldü. Eğer, inanıp güvenen biri olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı. ﴾10﴿ Mûsâ’nın ablasına, “Onu izle” dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. ﴾11﴿ Biz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini engellemiştik. Bunun üzerine ablası, “Sizin adınıza onun bakımını üstlenecek, üzerine titreyecek bir aile bulayım mı?” dedi. ﴾12﴿ Böylelikle biz annesinin gönlü rahatlasın, gam çekmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bunu bilmiyorlardı. ﴾13﴿ Mûsâ yetişip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle ödüllendiririz. ﴾14﴿ Mûsâ, ahalisinin farkedemeyeceği bir vakitte şehre girdi. Orada, biri kendi halkından, diğeri düşmanı olan taraftan iki adamın birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi, düşman taraftan olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu; sonra şöyle dedi: “Bu şeytanın işidir; o gerçekten ayartıcı ve apaçık bir düşman! ﴾15﴿ Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim; beni bağışla!” Allah da onu bağışladı. Çünkü O, gerçekten çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir. ﴾16﴿ Mûsâ, “Rabbim! Bana lutfettiğin nimetler hakkı için suçlulara asla arka çıkmayacağım” dedi. ﴾17﴿ Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen adam bağırarak ondan yine yardım istiyor! Mûsâ ona, “Açıkçası sen düpedüz serserinin birisin” dedi. ﴾18﴿ Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam şöyle dedi: “Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Demek ki sen insanların arasını düzelten değil de bu ülkede zorba biri olmak istiyorsun!” dedi. ﴾19﴿ Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında görüşme yapıyorlar; derhal çıkıp git! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.” ﴾20﴿ Mûsâ korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı. “Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar” dedi. ﴾21﴿ Mûsâ Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım rabbim bana doğru yolu buldurur” dedi. ﴾22﴿ Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaştı. Onların biraz ötesinde de (hayvanlarının suya gelmesini) engelleyen iki kadın gördü. Onlara, “Meseleniz nedir?” diye sordu. “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlı” dediler. ﴾23﴿ Bunun üzerine Mûsâ, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekilip, “Ey rabbim! Bana lutfedeceğin her türlü hayra muhtacım!” diye niyazda bulundu. ﴾24﴿ Bu esnada kızlardan biri utangaç bir eda ile yürüyerek yanına geldi; “Bizim yerimize (hayvanlarımızı) sulamanın karşılığını ödemek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Mûsâ, babalarının yanına gelip de ona başından geçenleri anlatınca, “Korkma, zalimler güruhundan kurtuldun” dedi. ﴾25﴿ O iki kızdan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır” dedi. ﴾26﴿ Baba, “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan bu da senin bileceğin bir şey; seni zorlamak istemem. İnşallah benim iyi kimselerden olduğumu göreceksin” dedi. ﴾27﴿ Mûsâ, “Bu seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, bana haksızlık yok! Söylediklerimize Allah şahittir” diye cevap verdi. ﴾28﴿ Mûsâ bu süreyi doldurup ailesiyle birlikte yolda giderken Tûr tarafında bir ateş gördü; ailesine, “Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir parça ateş getiririm” dedi. ﴾29﴿ Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafından, (oradaki) ağaç yönünden kendisine şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Muhakkak ki ben yalnızca ben âlemlerin rabbi olan Allahım. ﴾30﴿ Asânı yere bırak!” Mûsâ asâyı yılan gibi kıvrılır görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Mûsâ! Beri gel, korkma, çünkü sen güvendesin. ﴾31﴿ Şimdi elini koynuna sok; bir hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz çıkacaktır. Korkudan açılıp savrulan kollarını normal konuma getir (sakin ol). İşte bu ikisi Firavun ve adamlarına karşı göstereceğin, rabbin tarafından iki kesin delildir. Onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.” ﴾32﴿ Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum! ﴾33﴿ Kardeşim Hârûn benden daha açık ve düzgün konuşur. Onu da beni onaylayan bir yardımcı olarak yanımda gönder. Zira beni yalancılıkla itham etmelerinden endişe ediyorum.” ﴾34﴿ Allah buyurdu: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir güç vereceğiz ki, bu sayede size erişemeyecekler, mûcizelerimizle siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.” ﴾35﴿ Mûsâ onlara apaçık mûcizelerimizle gelince, “Bu, olsa olsa düzmece bir sihirdir. Geçmişte atalarımız zamanında böyle bir şeyin olduğunu da duymadık” dediler. ﴾36﴿ Mûsâ dedi ki: “Kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve bu ülkede sonunda kimin kalacağını en iyi bilen rabbimdir. Muhakkak ki zalimler kurtulamaz.” ﴾37﴿ Firavun, “Ey seçkinler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum” dedi. ﴾38﴿ Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyeceklerini sanarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. ﴾39﴿ Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu! ﴾40﴿ Böylece onları, halkı ateşe çağıran öncüler yapmış olduk. Kıyamet gününde onlar yardım görmeyeceklerdir. ﴾41﴿ Bu dünyada onların peşine lâneti taktık, kıyamet gününde de bunlar kınanmış kimselerden olacaklar. ﴾42﴿ Muhakkak ki biz, önceki (birçok) nesilleri yok ettikten sonra, düşünüp ders çıkarsınlar diye Mûsâ’ya insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o kitabı verdik. ﴾43﴿ Mûsâ’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada sen (ey Muhammed, vadinin) batı tarafında bulunmuyordun ve olayın tanıklarından da değildin. ﴾44﴿ Bilâkis (aranızda) biz nice nesiller meydana getirdik ve onların ömrü nice yıllar sürdü. Sen âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin; aksine (bu bilgileri sana) gönderen biziz. ﴾45﴿ Evet, Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman sen Tûr’un yanında değildin. Fakat senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için rabbinden bir rahmet olarak (sana da vahiy gönderdik). Umulur ki düşünüp öğüt alırlar. ﴾46﴿ Önceden yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, “Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uyup da müminlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı (peygamber göndermezdik). ﴾47﴿ Fakat onlara tarafımızdan o gerçek (Kur’an) gelince, “Ona da Mûsâ’ya verilenin benzeri verilmeli değil miydi?” dediler. Peki daha önce Mûsâ’ya verileni de inkâr etmemişler miydi? “Birbirini destekleyen iki sihir!” demişler ve eklemişlerdi: “Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.” ﴾48﴿ De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, Allah katından bu ikisinden daha doğru yol gösteren bir kitap getirin de ben ona uyayım!” ﴾49﴿ Eğer sana cevap vermezlerse bil ki onlar sırf kendi bencil arzularına uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın, sırf kendi bencil arzularına uyandan daha sapkını kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez. ﴾50﴿
Devam Edecek