İSTANBUL (AA)

Kudüs'ü ve Golan'ı tanıyan Trump yönetiminin gelecek süreçte büyük bir barış anlaşmasından ziyade İsrail ile normalleşen ülke sayısını artırmaya odaklanması daha muhtemeldir.

Akademisyen Dr. Abdullah Erboğa, Trump'ın ikinci başkanlık dönemindeki Orta Doğu politikalarının dinamiklerini Anadolu Ajansı (AA) Analiz için kaleme aldı.

Trump'ın Orta Doğu

***

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 28 Ocak 2020’de “Yüzyılın Planı” olarak adlandırdıkları Orta Doğu barış planının üzerinden tam 5 yıl geçti. Plan, 2020 ABD başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın başkanlığı garantilemek üzere yaptığı hamlelerden biriydi. Ancak işler Trump’ın beklediği gibi gitmedi ve Joe Biden seçimleri kazanan taraf oldu. Netanyahu ise bu süre zarfında bir taraftan yolsuzluklar, tartışmalı reformlar ve hükümet krizleriyle uğraşırken diğer taraftan Gazze’de soykırım yapmakla meşguldü. Trump ve Netanyahu tarafından açıklanan Orta Doğu barış planın içeriğinde, Kudüs’ün bölünmemiş bir şekilde İsrail’in başkenti olması, koşullara bağlanmış bir Filistin devleti, Yahudi yerleşimcilerin korunacağı, Filistinlilerin yerlerinden edilmeyeceği ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkının olmadığı görülüyor.

Kasım 2024 seçimlerinde Trump’ın tekrar ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, Gazze’de ateşkesin sağlanması noktasında baskının artması bekleniyordu. Seçim sürecinde İsrail’in güvenliğine yönelik güçlü taahhütleri bir yana Trump’ın çatışmaların hem Ukrayna hem de Gazze’de durdurulmasını istediği bilinen bir gerçekti. Bu bilgiden hareketle, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesi sağlayan asıl parametrenin Trump’ın yaptığı baskı olduğu söylenebilir. Her ne kadar Gazze’de ateşkes olsa da İsrail’in siyasi hedeflerine ulaşamaması ve Trump’ın Gazze başta olmak üzere Orta Doğu’da çatışma ve savaş riskinden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışması, özelde 2020 barış planının nasıl dönüşeceğine genelde ise ABD’nin bölgeye yönelik yeni yaklaşımına dair tartışmaları beraberinde getiriyor.

TRUMP’IN ORTA DOĞU POLİTİKALARI NASIL ŞEKİLLENECEK?

Trump’ın, izolasyonist dış politikayı önceleyerek hareket edeceği oldukça açıktır. Küresel güvenlik yükünü taşımak istemeyen Trump için, ilk başkanlık dönemiyle uyumlu olarak asıl hedef ABD’nin güç biriktirmesini sağlamaya çalışmaktır. ABD’yi çatışma ve savaştan mümkün olduğunca uzak tutmak ve bu çatışmaların maliyetlerini bölgesel aktörlerin üzerine yıkmaya çalışmak Trump'ın dış politikada önceliklerindendir.

ABD’nin öncelikleri arasında Orta Doğu aslında oldukça geri plandadır. Dolayısıyla bu bölgede oluşan gerilimler, ABD’ye çıkardığı maliyet ve fırsatlar nispetinde dikkate alınır. Eğer bu maliyet ve fırsatlar ABD halkına satılabilecek uygunluktaysa Trump için öncelikli hale gelir, eğer herhangi bir şekilde ABD halkının çıkarlarına dokunmayacak bir konu ise göz ardı edilir. Burada önemli olan iç kamuoyuna Trump etkisini göstermektir. Barışı sağlayan, petrolü koruyan, büyük bütçeli anlaşmalar yapan aktör olarak yer almak, Orta Doğu’da düzen ve istikrar hedefinin değil, bilakis içeriye satabileceği ve ABD halkının çıkarlarını koruduğunu gösteren girişimler Trump’ın yaklaşımının özetidir. Trump’ın ikinci döneminde bu tercihlerin Orta Doğu’ya yansıması elbette daha karmaşık ve güç rekabetinin artacağı bir süreci beraberinde getirecektir.

Soğuk Savaş sonrasında tek kutuplu uluslararası sistem ABD’nin, eski Başkan Barack Obama döneminden itibaren izolasyonculuğu öncelemesini ve bununla beraber güç boşluklarının oluşmasını beraberinde getirdi. Bu nedenle aslında bu tarihten itibaren her ne kadar yapısal olarak uluslararası sistem tek kutuplu olsa da fiilen çok kutuplu bir uluslararası sistem olduğunu söylemek mümkündür. Bölgesel ölçekte oluşan güç boşlukları ise doğal olarak revizyonist davranışların artmasını ve güç rekabetinin hızlanmasını beraberinde getirdi. Her aktör pastadan daha fazla pay almayı ve güç boşluğundan azami derecede faydalanmayı hedefler.

ABD izolasyonculuğunun da tam olarak hedefi de budur. Meydana gelen güç rekabetini uzaktan dengelemeye ve aktörler birbirini tüketirken kenarda kalarak güç artırımını hızlandırmaya çalışmaktır. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Trump, Orta Doğu’daki fırsatlardan en fazla kendisi faydalanmaya çalışıp, bölgesel rekabetten doğacak maliyetleri de uzaktan dengeleyerek kontrol etmeye yönelecektir. Bu yaklaşım, bölgesel aktörler için hem büyük fırsatlar hem de önemli riskler barındırır.

ABRAHAM ANLAŞMALARI GENİŞLEYECEK Mİ?

Trump açısından Abraham Anlaşmaları ABD iç kamuoyuna "pazarlanmaya" en uygun anlaşmalardan biriydi. Zira Orta Doğu’da Arap ülkeleriyle İsrail’in normalleşmesini sağlamak ABD başkanları için son derece prestijli bir başarı olarak görülüyor. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’den sonra Suudi Arabistan’ın da normalleşme sürecine dahil olması bekleniyordu. Ancak Gazze’de başlayan soykırımla birlikte bu süreç yavaşladı fakat rafa kalkmadı.

Trump yönetimi, İsrail ile normalleşme konusunda Suudi Arabistan’a daha fazla baskı yapabilir. Güvenlik ve savunma alanında ABD ile işbirliğini sürdürmek isteyen Riyad açısından bu normalleşmenin çok çeşitli riskleri olsa da asıl belirleyici parametre Gazze sonrası İsrail ile yakınlaşmanın Arap toplumlarında oluşturacağı tepkidir. Bununla birlikte, İran tehdidinin sınırlandırılmış olması ise Riyad’ın tercihlerini etkileyecek bir husustur.

2020 Orta Doğu barış planı üzerinden birçok gelişme yaşandı ve yeni gerçeklikler oluştu. Filistinlilerin yerlerinden edilmeyeceği sözü bugün Trump’ın 2 milyonluk Gazze nüfusunu her gün farklı bir ülkeye göndermeye çalışmasıyla yalanlanmış oldu. Kudüs’ü ve Golan’ı tanıyan Trump yönetiminin önümüzdeki süreçte büyük bir barış anlaşmasından ziyade İsrail ile normalleşen ülke sayısını artırmaya odaklanması daha muhtemeldir. Dolayısıyla, akut çözümlerin Orta Doğu’da sadece daha büyük çatışmaları ve gerilimleri doğurduğunu söylemek mümkündür.

Suriye’de PKK/YPG’nin son çırpınışları Suriye’de PKK/YPG’nin son çırpınışları

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.