Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Anonim Şirketine (TUSAŞ) yönelik terör saldırısını Anadolu Ajansı (AA) Analiz için kaleme aldı:
TUSAŞ için 23 Ekim 2024 tarihi bir kırılma noktası oldu. Zira, şirket tarihinde ilk kez bir terör saldırısı gerçekleşti. Aslında teröristler için askeri-savunma endüstrisinin hedef alınması bir ilk değildi. Bilakis, terör örgütü PKK her zaman stratejik önemi haiz yüksek profilli hedefler olarak Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Genelkurmay Başkanlığı, askeri üsler, konvoylar, askeri-savunma endüstrisiyle bağlantılı kritik altyapıyı yahut ana/alt yüklenicileri ve burada çalışan kişileri hedef seçti. Ancak savunma şirketlerine önceden birçok kez saldırı girişiminde bulunulsa da şirket ilk kez doğrudan hedef alındı.
TUSAŞ'a yapılan terör saldırısını bir ulusal güvenlik meselesi olarak yorumlamak ve buna uygun şekilde güvenlik tedbirlerini artırmak son derece önemlidir
TUSAŞ'IN SAVUNMA SANAYİSİNDEKİ KRİTİK ROLÜ
TUSAŞ'ın seçilme nedeni, iç ve dış siyasi gelişmelerin ışığında, son derece sembolik bir hedef olmasıdır. Zira TUSAŞ, Türkiye'nin ulusal güvenlik stratejisini hayata geçirmesini sağlayan başat aktörlerden biri konumundadır. TUSAŞ’ın kurumsal hikayesi 1970’li yıllarda başlasa da kökleri 1925’te kurulan Türk Tayyare Cemiyetine kadar uzanıyor.
Burada ek bir bilgi verelim, dün medyada yapılan haberlerde birçok defa TUSAŞ ve TAI isimleri birbirilerinin yerine kullanıldı veya aynı tesiste iki farklı şirket varmış gibi lanse edildi. TUSAŞ, 1973 yılında kuruldu. TAI ise 1983'te Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ortak olarak TUSAŞ'la aynı komplekste kuruldu. 2005 Ocak'ında TAI'nin millileştirilmesi amacıyla Hisse Satış Anlaşması imzalandı. TAI’de yüzde 42 hisseye sahip Lockheed Martin ve yüzde 7 hisseye sahip General Electric şirketleri TUSAŞ tarafından satın alındı. 28 Nisan 2005'te ise TUSAŞ ve TAI şirketleri "TUSAŞ" çatısı altında birleşti.
Özellikle TUSAŞ, 2000’li yıllardan itibaren uçak, helikopter, insansız hava aracı (İHA) ve uydular dahil askeri platformların geliştirilmesinde kritik bir rol oynamaya başladı. TUSAŞ’ın geliştirdiği teknolojiler sadece Türkiye’nin savunma kabiliyetlerini perçinlemekle kalmadı, aynı zamanda Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz gibi çatışma bölgelerinde jeopolitik etkisini de artırdı. Keza TUSAŞ’ın giderek artan satış ağıyla birçok kıtada mevcudiyet göstermeye başladığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda, TUSAŞ'ın Malezya, Endonezya, Filipinler, Cezayir, Tunus, Nijer, Çad, Nijerya, Kazakistan, Pakistan, Katar gibi birçok ülkeyle satış ve yeni işbirliği modellerine yönelik çalışmalar yürüttüğünün altı çizilmelidir.
TUSAŞ'IN GÜVENLİĞİ NASIL SAĞLANIYOR?
TUSAŞ, diğer birçok kurum ve kuruluşa göre çok daha yüksek güvenlik kontrol mekanizmasına sahiptir. Bunun en somut örneği, TUSAŞ tesislerinin güvenliğinin hem Jandarma hem TUSAŞ’ın eğitimli personeli tarafından sağlanmasıdır. Zaten bu tedbir politikasının bir gereği olarak tesis giriş güzergahına yerleştirilmiş özel güvenlik kameraları mevcuttur. Keza tesis güzergahında jandarma binası ve kontrollü geçiş noktası da bulunuyor.
Ayrıca TUSAŞ tesislerinde güçlü bir kompartmantasyon sistemi mevcuttur. İsterseniz başmühendis isterseniz birim müdürü olun kart sistemi bir diğer birimin kapısını açmanıza müsaade etmiyor. Bu anlamda, TUSAŞ’ın kendi personelinin dahi çalıştığı birim haricindeki binalara girip çıkması zordur.
Elbette yüksek dayanıklılığı haiz olmakla birlikte tesisteki her cam ve kapı kurşun geçirmez yapıda değildir. Ancak bu kompartmantasyon sistemi en azından terör unsurlarını yavaşlatacak ve müdahaleyi kolaylaştıracak şekildedir. Ayrıca gerek binalar gerekse hangarlarda üst düzey güvenlik protokolü uygulanıyor. Gelen en üst düzey yabancı devlet heyeti ziyaretlerinde dahi bu protokolden taviz verilmiyor. Örneğin, heyet ziyaretleri gerçekleşmeden en az 1 hafta öncesinde tesiste güvenlik protokolü uygulamasına geçiliyor ve gezdirilecek alan yahut sergilenmek istenen ürün her defasında yeni ve farklı bir alana taşınıyor.
TUSAŞ’ta başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmak üzere Jandarma ve Emniyet birimlerinden emekli çok sayıda kişinin çalıştığının altı çizilmelidir. Bu anlamda TUSAŞ, kurumsal karakteri ve kültürü itibarıyla risk ve tehdit yelpazesine dair geniş bir önceliklendirmeye sahiptir. Bu durum da önleyici ve ön-alıcı bir güvenlik yaklaşımına referans teşkil ediyor.
Öte yandan, TUSAŞ tesislerinde dışarıdan içeriye giriş yaparken cep telefonu, bilgisayar gibi ekipmanların alınmaması, şayet dışarıdan hizmet veren bir kişi iseniz bütün teknik cihazlar için tutanak tutulması gibi detaylı işlemler mevcuttur. Zaten içeriden bir TUSAŞ çalışanı sizin isminizi kapıya bildirmeden ve kapıdan sizi almadan tek başınıza kart alıp içeriye girmeniz dahi mümkün değildir. Hatta TUSAŞ’ın içerisine arabayla giriş de yoktur, çalışanların arabaları dahi tesisin hemen dışındaki otoparkta durur. Bu noktada, dün saldırı esnasında yapılan canlı yayınlar da Jandarmanın bulunduğu binanın önünden gerçekleşti.
SALDIRI BİR ULUSAL GÜVENLİK MESELESİ OLARAK GÖRÜLMELİ
Küresel ölçekte son 20 yılda gerçekleşen terör saldırılarına bakıldığında, örgütlerin giderek daha fazla ses getiren stratejik sürpriz saldırılara imza attıkları görülüyor. Bu nedenle öncelikle vurgulanmalıdır ki, bu saldırılardan devletler kendi payına düşen dersleri aldıkları gibi terör örgütleri de "öğrenen" yapılardır. Dolayısıyla bir terör eyleminin başarılı olması kadar başarısız olması da diğer terör örgütlerine referans teşkil eder. Terör örgütleri birbirlerinin başarılı eylemlerini kendi yapılarına hızla adapte ederlerken, başarısız girişimlerden ise ders alarak yöntemlerini ve enstrümanlarını değiştirirler.
Bu bağlamda, Türkiye’nin son yıllardaki siyasi, askeri, diplomatik, ekonomik, teknolojik ve ticari söyleminde en güçlü argümanın savunma sanayinin başarıları üzerine kurulduğu dikkate alınmalıdır. Öyle ki, savunma endüstrisi artık bir ulusal güç unsuruna evrildi ve diğer güç unsurlarını besleyen bir etkiye kavuştu. Bu yüzden dünyanın ilk 100 savunma firması arasında yer alan kritik önemi haiz Türk savunma şirketlerinin hedef alınması şaşırtıcı değildir. Ayrıca bunu sadece savunma şirketleriyle sınırlamamak gerekir. Zira bunun bir bütün olarak savunma ekosistemini oluşturan geniş bir aktör yelpazesi vardır. Bunun içerisinde MSB, Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB), savunma şirketleri, tedarik zincirleri, sözleşmeci alt yüklenici firmalar ve altyapı hizmeti sunanlar da yer alıyor.
Dolayısıyla TUSAŞ’a yapılan terör saldırısını bir ulusal güvenlik meselesi olarak yorumlamak ve buna uygun şekilde güvenlik tedbirlerini artırmak son derece önemlidir. Genelkurmay'ın önünde iş çıkışı esnasında gerçekleştirilen terör saldırısından sonra esnek uygulamaya geçilmiş, her gün farklı bir saatte servis çıkışları planlaması yapılmıştı. Dolayısıyla TUSAŞ gibi 16 bine yakın kişinin çalıştığı dev bir komplekste özellikle vardiya saatlerindeki giriş çıkışlara azami özen gösterilmelidir. Ayrıca saldırının TUSAŞ'ın içerisinde değil nizamiyede gerçekleştiğini de düşünecek olursak, tesis güzergahlarına ve nizamiyelere ek güvenlik tedbirleri getirilmesi son derece mühimdir.
Öte yandan, savunma sanayi şirketleri için terör saldırılarını önleme ve ön-alma tedbirleri kadar kriz yönetimleri de son derece önemlidir. Zira saldırı esnasında herkesin tahliye protokolüne aynı şekilde uyum göstermesini beklemek pek mümkün değildir. Bu tarz durumlarda panik atak, kalp krizi, bayılma gibi birçok farklı reaksiyonla karşılaşmak gayet mümkündür. Bunun için şirket içerisinde düzenli olarak doğal felaket, yangın, terör saldırısı gibi olaylara karşı yüksek hazırlık tatbikatları yapılması mühimdir. Bu sayede şirketlerin sadece "kriz önleme" değil, "kriz yönetme" yeteneklerinin de gelişeceği hatırda tutulmalıdır. Bu açıdan incelendiğinde TUSAŞ’ın, on binlerce kişinin çalıştığı dev bir komplekste gayet organize bir şekilde başarılı bir dağılma planını hayata geçirdiğini söylemek mümkündür.
Bu tarz terör saldırılarının amacı zaten halk arasında yaygın korku yaratmaktır. Teröristlerin esas istedikleri şey maddi zarar vermek değil, toplum üzerinde uzun vadeli etkiler yaratacak bir psikolojik harekat uygulamaktır. Bu anlamda, teröristlerin görüntüleri ve saldırıya ait videoların medyada hızla dolaşıma sokulması, tam da teröristlerin istedikleri korku halini ve moral çöküntüsünü yaratmaya yarar. Kısacası, savunma sanayi organlarının sadece terör eylemlerinin maddi zararlarına karşı değil, aynı zamanda sektörün prestij kaybına ve halkın psikolojik çöküşüne mahal verecek eylem, yöntem ve araçlara karşı da mücadeleyi önemsemesi mühimdir.