Haber

Yazar Demirhan: Necip Fazıl’ın şiirleri, "metafizik şiir"dir

Yazar Ahmet Demirhan, "Yeni bir anlam, üslup ve estetik çığlıklarının ortasındaki anlamsızlıkta Necip Fazıl heceyi, oluşturulmaya çalışılan estetik anlayışının karşısına yerleştirdi. Bu onu, çağının önüne itti." dedi.

İSTANBUL (AA)

Yazar Ahmet Demirhan, "Yeni bir anlam, üslup ve estetik çığlıklarının ortasındaki anlamsızlıkta Necip Fazıl heceyi, oluşturulmaya çalışılan estetik anlayışının karşısına yerleştirdi. Bu onu, çağının önüne itti." dedi.

"Şaman ve Tengri", "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiyatın Seyri, Şarkiyatçılığın Menzili", "Göbeğini Kaşıyan Adam'ın Psikanalizi", "Evrensel ve Komşu" adlı kitaplara imza atan Demirhan, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek üzerine AA muhabirine değerlendirmede bulundu.

Demirhan, Kısakürek'in yüklü bir figür olduğunu belirterek, bu yükün hem şairin kendisinin yüklenmesi hem de dönemin sanatsal ve siyasal özellikleri dolayısıyla ortaya çıktığını belirterek, bu durumu anlamlandırabilmek için ise şairin bohemliğinin başlangıç noktası olarak alınması gerektiğini kaydetti.

Kısakürek'in bohemliğinin hayatındaki değişim ve dönüşümlerle çoğalıp azaldığını vurgulayan Demirhan, şunları aktardı:

"Bohemlik aslında, biraz nesnel şartlara sığamayan, kendini içinde bulunduğu koşulların hep dışına taşırmaya çalışan, o şartların kurallarını ve daha çok da tasalarını kendi tasası kabul etmeyen bir hayat biçimidir. Özellikle kırılma dönemleri de böyle bir biçimin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Örneğin Cumhuriyet'in hızlı dönüşümleri böyle bir kolaylaştırıcı vasıtaya yol açtı. Yine bunun gibi, 12 Eylül'ün yıkıp yeniden inşa etmeye çalıştığı sivil hayat, 12 Eylül sonrasında da adı konmamış bir bohemlik üretti. Gerçi 12 Eylül'ün bohemliği, Oğuz Atayvari bir ironiye sürükledi ve şartlandırdı ama Cumhuriyet'in ilk yıllarının bohemliği daha kırılgan, daha kuralsız ve daha biçimsiz bir şekilde gerçekleşti. Garip şiiri Cumhuriyet'ten on yıllar sonra bu tür bir bohemliği dalgacı bir tarzla biçimlendirmeye, yönlendirmeye çalıştı ancak Garip Akımı'nın tavrı Necip Fazıl kuşağı için çok bir şey ifade etmeyen, geç gelmiş, geldiği haliyle ise fazla sade bir şeydi. Sonrasında mesela Yeşilçam duyarlılığı da bir terbiye etme vazifesi gördü. Ancak Necip Fazıl kuşağının böyle dizginleyici bir mekanizma isteyip istemediği ayrı bir durum. Nihayet isteseler de bulamadıkları da söylenebilir."

Necip Fazıl'ın terbiye edici vasıtayı dervişlikte bulduğunu vurgulayan Demirhan, "Ancak o, dervişliğini bile genel anlamıyla 'dada' yaşadı. Necip Fazıl'ın sanatı da böyledir. Hece gibi artık eskimiş, yerine yenisinin gelmesi hedeflenen bir ölçüyle yazmasına rağmen, şiirlerinin bugün bile hala değerini koruyabilmesi, elbette sanatı için bir sınır çizdi ancak zaten sorun da buradaydı. Yeni bir anlam, üslup ve estetik çığlıklarının ortasındaki anlamsızlıkta Necip Fazıl heceyi, oluşturulmaya çalışılan estetik anlayışının karşısına yerleştirdi. Bu onu, eski olduğu söylenen bir tarzla yazmasına rağmen çağının önüne itti. Bazı manzume tarzı şiirleri olmasına rağmen hayatının sonuna kadar da öyle kaldı." diye konuştu.

Demirhan, usta şairin siyasi hamlelerinin de yine bohemliği çerçevesinde anlam kazandığına dikkati çekerek, "Necip Fazıl'ın mücadelesi, hem çağının önünde olmak hem de öne geçip bir hareket oluşturma anlamında onu hep toplumun önüne itti. Bunlar çok da birbirlerini destekleyen şeyler olmadıkları için aslında bir anlamda paradoksal unsurlar olarak karşımıza çıkarlar. Yine de her bohemin bohemliğinin arkasında pozitif bir düzen olduğundan, Necip Fazıl'ın bohemliğinde de, her ne kadar özelikle ilk dönemlerinde içinde bulunduğu çevrenin etkisini taşısa da, hep pozitif ve kaybedileni kazanma hayali vardı. Bence Necip Fazıl’ın siyasetini toplum için anlamlı kılan da işte bu pozitif hayaldi. Necip Fazıl, bu nedenle yaşantısı itibarıyla şahsından daha büyük bir anlam taşıdı." dedi.

"FUZULİ VEYA BAKİ'DE DAHİ METAFİZİKSEL BİR ŞEYLER OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM"

Kısakürek'in şiirinin Türk şiiri içinde metafizik şiir kategorisine sokulduğunu aktaran Demirhan, şöyle devam etti:

"Bu özellikle Necip Fazıl şiirini sevenlerce de benimsenmiştir. Bu aslında, modern Türk düşüncesinin, neredeyse felsefeye denk bir yer tutacak denli, Türk şiiri üzerinden ilerlediği iddiasının başka bir yansıması. Ancak bu kadarla kalmaması gereken de bir mesele. Metafizik şiir, örtük bir biçimde siyasi bir iddiayı kapsar ancak mefhumu muhalifiyle düşündüğümüzde artık pozitivist bir çağda geriden gelen bir dünya görüşünün temsilcisi gibi de sunulur. Üstelik metafizik en azından pozitivizm kadar yüklü bir kavramdır ve bence söz konusu siyasi iddia için en az pozitivizm kadar anlamsızdır. 'Pozitivizmin Türkiye'ye girişi' kadar 'Metafiziğin Türkiye'ye girişi' konulu bir şeyler yazılsa yeridir. Bırakın modern Türk şiirinde, Fuzuli veya Baki'de dahi metafiziksel bir şeyler olduğunu düşünmüyorum. Şiir için fert ve onun içinde bulunduğu dünyayı algılama ve sunma tarzı diğer edebi türlerden, özellikle modern roman ya da öyküden daha ağırlıklı yer bulur."

Yazar Demirhan, Türkiye'deki edebiyat eleştirisinin edebiyattan ziyade ideolojik kategoriler içinde gerçekleştirildiğini dile getirerek, "Türkiye'de akımlardan veya kuşaklar arası geçişlilikler ve dönüşümlerden ziyade Batılılaşmayı ve modernleşmeyi ön plana çıkaran edebiyat eleştirisi türü, edebiyatı başka türlü değerlendirme imkanının önünü tıkamış durumda. Bu imkanı açmak için sert ideolojik ayrımlardan ziyade daha edebiyat içre kategorilere dönüp edebiyatı onlarla değerlendirmek gerek." ifadelerini kullandı.

Türk şiirini anlamak için yapılan ayrımların yetersiz olduğunu dile getiren Demirhan, şu bilgileri verdi:

"Serbest şiir deyip, serbest şiiri de modern kabul edip Türk şiirini Garip-İkinci Yeni-İkinci Yeni sonrası diye bir çizgiye yerleştirince, bu kategorinin içine girmeyen birçok isim dışarda kalıyor. Örneğin şiirde neler olduğuna ancak göz ucuyla bakan, kendi destansı tarzını bütün külliyatı boyunca sürdüren Dağlarca'yı veya titiz bir şiir işçisi olan ve herhangi bir akıma kapılmadan bu işçiliğini sürdüren Behçet Necatigil'i, Necip Fazıl neyse de Asaf Halet (Çelebi), Nazım (Hikmet Ran) veya Ercüment Behzat Lav şiiri hiç yokmuş gibi davranan (Ahmet Hamdi) Tanpınar'ı ne yapacağız? Elbette Necip Fazıl ya da diyelim ki Mehmet Akif (Ersoy), düşünsel taraflarıyla belirli yerlere yerleştirilebilir ama bu yerler de onların şiirini veya siyasal tavırlarını etkilemiş olabilir. Bu düşünsel veya siyasal tavırların da tıpkı pozitivist bir dünyada metafizik şiir gibi ikili karşıtlık içinde şekillendiği unutulmamalı. Üstelik bir şairin başka bir şairi ister biçim, ister üslup, isterse de deneyim açısından sahici bulmaması dolayısıyla eleştirmesi farklı bir şey, bütün bir modern Türk şiirini kamplarla açıklamak çok başka bir şeydir. İlkine kulak kabartabiliriz ancak ikincisini yeniden düşünmek ve modern Türk edebiyat tarihine yeniden bakmak durumundayız."

"METAFİZİK ŞİİR TANIMLAMASI, ŞİİRİ İDEOLOJİK BİR KAFESE SOKMA ÇABASIDIR"

Demirhan, metafizik şiir tanımlamasının, şiiri ideolojik bir kafese sokmak olduğunu vurgulayarak, "Şimdilerde özellikle tarih yazımında 'ben anlatıları' diye bir alan peyda oldu. Özellikle modern öncesi dönemlerde yazılmış hatıratlardan ya da mektup gibi yazışmalardan yola çıkılarak onları yazanı, neredeyse bir psikiyatrın divanına yatırarak, tarihsel katmanları da olan bir psikanaliz çabası. Kendinden bahsetmediği zamanlarda dahi hatırat yazarını kendine dönük olarak okuyup, ondan o dönemin benliğinin nasıl görüldüğünü anlama çabası. Bu, özellikle tarihsel olmayan, daha çok edebi olarak değerlendirilebilecek bir metni ihlal eden, çok disiplinli veya disiplinlerarası olmaya çalışırken sınır ihlalleri yapan bir çabadır. Bunlar, Eşrefoğlu'nun 'Kendi halim söylerem gayri hikayet itmezem' mısraındaki gibi zaten kendi hallerini söyleyen metinler. Söz konusu ben anlatılarının yapmaya çalıştığı, tarihten ilmi-hal çıkarma çabasıdır. Kör topal bir çaba." değerlendirmesinde bulundu.

Modern şiirde bu duruma ters süreçlerin işletildiğinin altını çizen Demirhan, "Şairin kendi varoluş kaygıları, diyelim ki Necip Fazıl'daki gibi hafakanlar, zihinde uçuşan kehkeşanlar ya da hezeyanlar, sanki şairin kendi halinden değil de, modern dünyanın kendisinden gelmiş ve şairin bu modern dünyadan gelene karşı tavrı da onun ideolojik, metafizik tepkisine neden olmuş gibi davranılıyor. Elbette Necip Fazıl kendi poetikasını, mesela İdeolocya Örgüsü'nü yazdı ama bu metin, modern dünyaya karşı bir başkaldırı metni ya da Sakarya Türküsü, Nazım'ın Kuvayi Milliye Destanı'na karşı bir cevabı değil. Velev ki şair öyle tasarlamış olsun, yine de değil. Necip Fazıl hafakanlardan, hezeyanlardan bahsettiği diye metafiziksel, Nazım da makinalardan bahsetti diye materyalist şair ya da Necip Fazıl karşı-devrimci, Nazım da devrimci olmaz. Elbette şairleri şiirlerindeki söyleyiş, hayal ya da şimdilerdeki ifadesiyle imge, biçim, vezinli ölçü veya serbest ölçü gibi hususlar etrafında, hatta yazmışlarsa poetikaları etrafında değerlendirebiliriz ama bir poetika, içinde ideolojik unsurlar bulunsa da ideolojik bir metin değildir." diye konuştu.

Ahmet Demirhan, Necip Fazıl ile Türk modernleşmesi arasında kurulmaya çalışılan okuma biçimlerinin yanlış anlamalara yol açtığını savunarak, sözlerine şöyle devam etti:

"Has bir şairimiz olsun. Bu şairimiz yazdığı güzel şiirlerin yanında ortalıkta, 'Şairler aslında şamandır.' diye dolaşıyor olsun. Şimdi 'A, şair şamanmış!' deyip bu şairimizin peşine mi düşeceğiz? Şiirlerini yine okuruz ama 'Şairler şamandır.' sözüne de 'Hadi oradan.' deriz. Şamanlığın bir antropolojisi, arkeolojisi, etnografyası, tarih yazımı, kozmografyası, hatta din yazımı vardır ve bunlar çok da muteber bir tablo ortaya çıkarmaz. O has şairin de kendinden menkul deyişleri sadece kendini nasıl ördüğünü, halini ifade edebilir, o kadar. Öte yandan mesela Turgut Uyar'ın Lüleburgazlı Yekta'sı sahiden Lüleburgazlı bir Yekta mıdır, yoksa Turgut Uyar'ın hayalinden ürettiği, daha kendisini anlatan bir kahraman mı? Ne yazık ki bugün sanki Lüleburgazlı Yekta gerçekten var olmasa da Turgut Uyar'ı Lüleburgazlı Yekta'yı yazmaya zorlayan, mecbur eden bir gerçeklik varmış gibi davranılıyor Bunun edebiyat tarihindeki toplumsal gerçeklik adı altında nasıl biçimlendiği ise ayrı bir mevzu. Ama bu yapılırken mesela Necip Fazıl'da yakalanmaya çalışılan modernleşme sancılarının hiçbiri Turgut Uyar'da yokmuş, o zaten modern Türk şiirinin başlangıç evresini, dünyayı bir deneyim ile algılama ve bunu kendi duyarlılığına göre işleme evresinin ürünüymüş gibi gösteriliyor."

Demirhan, Kısakürek'teki Doğu-Batı tartışmasına, onun da dahil olduğu modernlik, modernleşme, Batılılaşma meseleleri çerçevesinden bakmanın daha doğru olacağının altını çizdi.

"MODERNLİK ELEŞTİRİSİNİ EDEBİYATÇILARA BIRAKMAMAK GEREK"

Söz konusu ayrımın yapılmaması halinde, Kısakürek'e de haksızlık edileceğine işaret eden Demirhan, “Bu durumda ona kaldıramayacağı bir yük yüklenmiş olur. Önce şunu kabul etmek lazım; Necip Fazıl, Tanzimat'tan beri bir şekilde şekillenmiş, Cumhuriyet'e de tevarüs etmiş edebi geleneğin bir parçası. Bu geleneğin elbette farklılıkları da vardır ve hepsi yekpare değildir. Lakin aldıkları ve sonrasına aktardıkları meselelerde bir süreklilik de mevcut. Necip Fazıl'ın sonradan adına 'Büyük Doğu' diyeceği bir akımla bu sürekliliği bir biçimde kırmaya çalıştığı da söylenebilir. Hatta Necip Fazıl, Büyük Doğu adını verdiği idealin altında bir Batı eleştirisi de geliştirdi. Ancak bu eleştirinin pop ve gündelik siyasete tahvil edilmesinin yolunu da açan yine aynı eleştiriydi. Sıkıntı Necip Fazıl'da değil, Necip Fazıl'ı bir adım daha ileri götürecek bir eleştirinin gelişmemesinde." ifadelerini kullandı.

Yazar Demirhan, özellikle edebiyatçıların benzer tavırlar sergilediklerini vurgulayarak, şunları aktardı:

"Mesela Büyük Doğu, Sezai Karakoç'ta 'Diriliş' oldu. 'Diriliş' de soyut bir medeniyet tasavvuru sundu. Bunların değersiz olduğunu söylemiyorum. Büyük Doğu'dan ya da Diriliş'ten edebi bir duyarlılık edinilebilir lakin ciddi bir modernlik eleştirisi için bu yetmez. Şöyle söyleyeyim; Sezai Karakoç'un bir babanın Batı'ya giden yedi oğulun hikayesini anlattığı 'Masal' diye bir şiiri var. Altı oğul gidip kaybolur, yedinci oğul ise gittiğinde kaybolmamak ve bir Doğulu olarak ölmek için kendi mezarını kendisi kazar ve mezardan Batı'nın kaldıramayacağı, kaybettiremeyeceği bir sütun doğar. Ama zaten asıl mesele Batı'ya gidip kendi mezarını kazmadan o sütunun nasıl doğacağını anlatabilmekte."

Edebiyatçılar tarafından ortaya konulan modernlik eleştirilerinin oluşturduğu duyarlılığa dikkat etmek gerektiğini dile getiren Demirhan, "Necip Fazıl'ın kendini bir parçası olarak gördüğü bir ideali, hayali veya teorisi olmasaydı, bugün bildiğimiz Necip Fazıl olmazdı. Ama parçaya değil, onu Necip Fazıl yapan bütüne bakmak lazım. Belki o zaman Necip Fazıl veya benzeri değerli isimler daha sağlıklı değerlendirilir ve bugün için de anlamlı hale gelir."