-Biraz kendinizi tanıtır mısınız?

 

Her söyleşinin- röportajın haklı olarak en baş sorusu budur. Ve elbette böyle olmak zorunda. Ve yine elbette okuyucunun sizinkim olduğunuza dair bigi sahibi olması da hakkıdır ve önemlidir.Öyledir, öyledir ama, ben de maalesef bu soruya cevap verirken hayli sancılanmakta ve ‘kendimi nasıl tanıtırım konusunda’ ikircikli bir ruh hali yaşamaktayım. Bilinir ki insan kendisini tanıtırken objektif olamaz. Daha doğrusu insani zaaflarını, hatalarını, yanlışlarını doğal olarak pek konu etmez ve genellikle bunları halı altına süpürmeyi sever. O takdirde de insani egolar devreye girer ki, ben ego kelimesini pek sevmem.

Oysa bir insanı tanımak;esas itibariyle onu bütün yönleriyle görebilmek, hissedebilmek, anlayabilmek değil midir? O halde şöyle diyelim: Ben Kudret Köksal. Adımın aynı zamanda kadın adı olduğu da düşünülürse, cinsiyetimin erkek olduğunu belirtmeliyim sanırım. Çünkü zaman zaman fotoğrafımı görmemiş bazı kişiler, ‘Kudret hanım’ hitabıyla mesaj gönderebiliyorlar ki, böylece bunun da önü alınmış olacaktır. Eskimiş bir gövdede hergün yenilemeye ve gençleştirmeye çalıştığım  bir beynin ve kalbin, zihnin ve duygularınsahibiyim. Bunu başarıp başaramadığımı bilmiyorum ama, her anböylesi bir gayret içindeyim. Aynı zamanda eskimeyen kavgaların, sevdaların, hayallerin de durağındayım. Uzatmadanşöyle söyleyebilirim sanırım:‘Tanıyan tanır, bilen bilir, gerisi laf-ı güzaf.’Bu söylem, kitaplarımın biyografi bölümündeki yeğâne açıklamadır. Zaten okuyucu, lütfedip yazmalarımı- kitaplarımıokumuşsa ya da okursa,  düşüncelerimle, duygularımla, hayat tarzımla, velhasıl hayatımın tüm teferruatlarıyla Kudret Köksal’ı tanımak imkânı bulacaktır.

Bilinsin ki bir insanı tanımak,bazen çok ama çok zor ve meşakkatli bir süreç gerektirebileceği gibi,bazen de çok ama çok kolay ve anlık bir davranışıyla bu mümkün olabilir. Onun davranışlarında, şiirlerinde, hikâyelerinde ve diğer bütün yazmalarında açığa çıkan samimiyet ve sizin iç dünyanızda,hissiyatınızda, düşüncelerinizde yarattığı gönül etkisi bu tanıma için en önemli dayanağı ve kanıtı teşkil edecektir.

Neyse… Bu konuyu daha da uzatmamın pek  birgereği yoktur sanırım. Yazılı tarih boyunca üretilen bütün yazmalar ve hatta duvar resimleri dahilbütün  sanat yapıtları,aslındatopyekün hepsi insanı anlatmakta ve bu anlatım zamanımızda halâ devam etmektedir. İnsanın en temel ve genel konusu bizzat insanın kendisidir ve insan bütün yazmaların, bütün sanatsal yapıtların daima en merkezinde olmuştur, olacaktır. O halde kimlik, yaş, tahsil, meslek, iş durumu ve hatta cinsiyet bilgileri bile, çoğu zaman insan gerçeğini tanıma, tanımlama ve anlama için yetersiz ve hayli sığ kalacaktır.

Öetle; ben Kudret Köksal. Her insan gibi düşünen, duygulanan, etkilenen bir insanım. Ve fakat bütün bunları kağıda geçirmeye çalışan, böylece kişisel ve toplumsal yönelişlerini, yazıldığı an itibariyle mühürleyen sıradan bir canlısıyım hayatın. Fiziki ahval ve şeraitimi anlatmayı sevmesem de, duygu ve düşüncelerimi yazmayı seviyorum.

 

 

-Çocukluğunuzda kitaplarla aranız nasıldı?

 

Her çocuk gibi ilkokulda, ders kitapları dışında, amamasal kitapları ile aram fena değildi. Ancak ortaokul sıralarında bu merakımın giderek, yine ders kitapları dışında,‘daha ölçekli ve derin anlatımlı’ kitaplara yöneldiğini söyleyebilirim. Ben tarihi severdim ama,maalesef tarih derslerinde sürekli kestirirdim. Keza coğrafya, kimya vb. derslerindeki tutumum da pek farklı değildi. Yani derslere karşı ‘oldukça ilgisiz ve tembel’ bir öğrenci olsam da, nedendir bilmem, kendi seçtiğim kitapları büyük bir inatla ve isteyerek okurdum. Tabii ki o yaşlardaki bir çocuğun kapasitesi ve algılaması çerçevesinde. Ve fakat esas okuma merakım, lise sonlu yıllara doğru, hayatı daha iyi anlamak bakımından ve şüphecilik çerçevesinde gelişmiştir. Bilinir ki şüphe ve zihindeki sorulara cevap arama çabası okumanın, yazmanın, araştırmanın ve incelemenin en temel koşuludur bence.

 

-Sizi edebiyatın içine çeken şey neydi?

 

İnanın, ‘edebiyatın içine çekildiğimi’ söyleyemeyeceğim. Kitapları okurken edebi oldukları için değil, şüphelerimi gidermek için, öğrenmek için ve gerçekten kendimi geliştirebileceğime inandığım için okudum. Ki bu halâ böyledir. Sonraları dünya klasiklerini okumayı ve öğrenmeyi bir görev olarak bilip ve belki de yapacak başkaca hiçbir şey olmadığından

-çünkü cezaevinde ve kitap yasağı olmadığı zamanlardı- okudum. Hem de ısrarla ve delice okudum. Ama sonrasında bu hızım kesildi ve daha çok edebi yönümü değil, düşünce dünyamı geliştirecek kitapları tercih ettim. Şimdilerde ise yazar-şair dostlarımın kitaplarını, bazen sıkışık zamanlarda bile, bazı durumlarda verilen onca emeğe saygısal mecburiyetten olsa da okumaktayım. Ve bu okumalar çokça geliştiriyor sanırım beni. Ve zaten okumak değil midir ki, sizi edebi yönden de geliştiren…

 

-Yazmadan önce nasıl bir ön hazırlık yapıyorsunuz?

 

Galiba bütün hazırlığım zihnimde oluyor. Orda-burda, yürürken, bir yerlerde otururken ve hatta beni sarmalamayan muhabbet ortamlarında dahi zihnim o konuda çalışıyor. Ki arkadaşlarımın çokça ‘Yine bizden koptun, dinlemiyorsun, he-he deyip geçiyorsun’ ikazlarıyla muhatap oluyorum. Yazıyı zihnimde bitirip, sonra klavye marifetiyle yazıyorum. Konuya ilişkin olarak aklımda ve kalbimde neler oluşmuşsa, önce onları bigisayar ya da telefon ‘kağıdına’ geçiriyor ve sonra düzenliyorum. Elbette elimdeki dosyanın gerektirdiği her türlü araştırmayı da gerek kitaplardan, gerek internetten, gerek yaşanmışlıklardan yapıyorum. Bu özellikle Şişli Belediyesi’nin talebiyle yazdığım iki araştırma kitabı için böyle olmuştur. Çeşitli araştırmalar, röportajlar vb… Fakat şiir, hikâye, makale, deneme türündeki yazmalarım için genellikle çeşitli biçimlerde desteklenmiş zihni hazırlık yeterli oluyor.

 

-Neden hikâye kitapları? Hikâye kitaplarıyla ilk kez nasıl tanıştınız?

Yiğit Emir Ahi’nin Aysun Kırca ile Söyleşisi Yiğit Emir Ahi’nin Aysun Kırca ile Söyleşisi

 

Hayat hikâyeler bütünü değil mi? Çokça her anımız bile yazılası hikâyeler barındırıyor. Bir çocuk ağlıyor, bir kadın panikle koşturuyor, bir evsiz şiddetli yağmur altında bir apartmanın girişine sığınmış ısınmaya çalışıyor, bir köpek acıyla uluyor, bir çocuk mahsun gözlerle pastanenin vitrinindeki pastalara bakıyor, bir adam bir kadına saldırıyor, yürümekte bile zorlanan yaşlı bir kadın trafik ışıklarında kağıt mendil satmaya çalışıyor, her an dünyanın her yerinde hukuk, adalet ve insanlık çiğneniyor, yalan-dolan ve sahtecilik insanlık nezdinde hayasızca kabul görüyor, görüyor, görüyor... İşte sınırsız hikâyeler yanıbaşımızda, yöremizde, hayatın içinde, hayatımızın içinde, hayatın ve hayatımızın her anında. Hikaye yazmalarım sanırım 80’li yılların başında Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde kızımın doğum serüvenini kaleme almamla başladı. Uzunca bir hikâyeydi. Sonrasında bu çaba yine Mamak hücrelerinde ve babamın ölümü üzerine ‘Baba’ adlı bir hikâye ile ve şiirlerle devam etti.Beni yazdıran hasretlik ve çaresizlikti belki. İki yaşındaki kızımdan uzak kalmanın hüznü ve son bir sohbet bile edemeden, bir saat olsun ona kendimi anlatamadan, babamın ölümü. Bu hikâyeler Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ni anlattığım‘Zindanda ve Ölüme Böylesine yakınken DOĞUM ve Zindanda ve Ölüme Böylesine Yakınken KALBİMDEKİ CAN SULARI’ adlı kitaplarımda yer aldı.

 

-Başarılarınızda etkili olan faktörler nelerdir?

 

Bu konuda benim kelâm etmemçok zor sanırım. Çünkü bu tamamen ukalâlık olarak aıgılanabilecektir.  Ve bilinir ki başarı kişiden kişiye değişen bir anlama ve algıya sahiptir.  Ben başarılı mıyım bilmem. Sonucunda başarı para ve mal-mülk üretilen-getiren faaliyetlerse eğer, bu benim için başarı sayılmaz. Ama yaptığınız iş her ne ise, sonucunda saygı, sevgi, güven ve başkaları için iyilik ve fayda yaratıyorsa eğer, evet ‘başarı budur’ diyebilirim. Ama bence ve esas olan kitaplarımın-yazmalarımın okuyucuları ya da beni tanıyanların kanaatleridir ki, başarımı, başarısızlığımı ölçümleyecek olan da onlardır. Yani bu sorunun cevabını verecek olan ben değil, benim dışımdakiler olmalıdır. Bir itiraf olarak, yazma eylemine ilişkin yapmam gerekenleri yapmadığımı da söylemeliyim şu sıralar. Basılmaya hazır 5-6 dosya benim aktivasyonumu beklerken, içinde bulunduğum ataletin, sanırım ‘başarma isteğim konusunda’ yeteri kadar inançlı ve inatçı olmadığımı fısıldıyor bana. Öte yandan kitaplarımın milyonlar tarafından okunması halinde bile, bununher zaman bir başarı olarak görülebileceği konusunda da çok net değilim doğrusu. Çünkü esas başarı o kitaplarla okuyucuya ne kattığınızdır bana göre. ‘Güzeli’mi ‘çirkini’ mi, yalanı-gerçeği mi, doğruyu-yanlışı mı, hakkı-hukuku ve adaletimi, haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği mi, sömürüyü mü, eşitliği mi, kadına, çocuğa ve tüm canlı hayatına şiddeti mi, şiddet karşıtlığını mı? Hangisidir olması gereken?  Bence başarı tercihlerinize bağlı olarak serilecektir ayaklarınızın altına.

 

-Gerek Dünya Edebiyatından olsun gerek Türk edebiyatından olsun hikâye alanında eser veren hangi yazarları okuyorsunuz?

 

Sanırım ‘hikâye’ denince romanları da kapsam içine almak doğru olacaktır. Bilinir ki romanpek çok hikâyenin içinde yer aldığı, ancak  dahakarmaşık bir anlatıya sahip olan edebi eserdir. Hikâye ise daha kısa ve daha basit bir anlatıya sahiptir.  Hikayeler, belirli bir olay veya zaman dilimi üzerine odaklıdırlar. Romanlar ise iç içe geçmiş çok fazla olay örgüsünden oluşurken, geniş bir zaman aralığını kapsayabilirler. Hikâyeler genellikle basit tek bir olay üzerine kurulurlarken, romanlar, ‘hikâyeler bütününden oluşur’ diyebiliriz kısaca.Bu ayrımlar nedeniyle de katagorileştirilmişlerdir.  Hâl böyle olunca, hikâyelerden bahsederken romanları ve romancıları da dışarda bırakmamakta yarar olacağı kanaatindeyim. Tabii pek çok hikâyeci ve roman yazarlarını okumuşluğum vardır. Burada bütün bunları sıralayarak gereksiz bir yer işgali yaratmak istemem. Ama bende gerçekten ve derin etkiler bırakan ve hatta hayatıma bir bomba etkisiyle düşen bazı yazar ve etkileri vardır ki kısaca onları aktarayım.

Nedim Gürsel, Çehov, Oğuz Atay, Jack London, Franz Kafka,Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Çehov, Sait Faik, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, Fakir Bayburt, Dostotevski, Tolstoy, Puşkin vb… vb… vb… Aklıma gelenleri sıraladım. Unuttuklarım ve atladıklarım için ise affola.

 

-Yaşam felsefeniz ya da bir hayat sloganınız var mı?

Elbette var. Vicdanının izin vermediği hiçbir işin içinde olmam, hiçbir işi yapmam. Ticarette, iş hayatında, özel hayatta, siyasette, insan ilişkilerinde, velhasıl hayatın bütün alanlarında önce vicdanıma başvururum. Zaten ben başvurmasam bile, o bana mutlaka başvurur ve kendisini hatırlatır. Her ne yapıyorsanız yapın, önce insan olduğunuzu asla unutmayacaksınız ve merhametinizi, insani değerlerinizi ve vicdanınızı asla köreltmeyeceksiniz. Çocuğa ve kadına şiddetten, doğaya ve hayvana saygıya kadar, evrensel insan haklarından, hukuk, adalet ve eşitlik anlayışına kadar bütün değerleri yasalardan önce vicdanınızla koruyacaksınız. Savaş ve katliamlar karşısında daima önce vicdanınıza başvuracaksınız. . Siyaset, felsefe, teoloji ve ideoloji alanında bile, fanatiği olduğunuz değerler için vicdanınızı ve merhametinizi asla feda etmeyeceksiniz. Bütün inançlarınızın temeline vicdanınızı yerleştireceksiniz.

-Yazmak isteyen yeni yeteneklere ve sizin gibi edebiyata gönül verenlere mesajınız nedir, neler yapmalarını önerirsiniz?

Yazın. Küçük yaşlardan itibaren küçük notlar alın. Duygularınızı, düşüncelerinizi  kağıtlara aktarmaya çalışın. Bundan korkmayın. Bununsizi nasıl geliştireceğini, nasıl okumaya ve araştırmaya sevkedeceğini kısa zamanda göreceksiniz. Okumanın ve yazmanın hayatınızda nasıl olumlu etkiler yarattığını bizzat deneyimleyeceksiniz.Yazmak için edebiyatçı olmanız gerekmiyor. Edebiyat bir yazımsal kategoridir ve sizler için bir yönelim tercihi meselesidir. Ama mutlak olan şudur ki, hangi tür ve kategoride olursa olsun, yazar olabilmek  için okumak, okumak, okumak,yazmak, yazmak, yazmak gereklidir. Yazmak okumanıza,okumak yazmanıza, meraklanmanıza, şüphelenmenize ve araştırmanıza da vesile olacaktır. Okuyun ve yazın. Düşünce ve duygularınızın kağıtlar dışında hayatta karşılık bulması için de çaba gösterin.

 -Sizi sevenler için, bu satırları okuyanlar için ve toplum yararı için neler söylemek istersiniz?

Her şeyden önce insan olun. Siyasi, toplumsal, dinsel-tinsel ve kişisel reaksiyonlarınızda önce insan olduğunuzu asla unutmayın. Kendiniz için istediklerinize, başkalarınızın da ihtiyacı olabileceğini unutmayın. Kişisel haklarınızı ve toplumsal hakları daima koruma çabası içinde olun.. Kötülüğe teslim olmayın. Sadee kişisel çıkarlarınız için plânlar yapmayın. Hiçbir şeye körü körüne bağlanmayın. Araştırın ve sorular sorun. Korku duvarlarınızı yıkın. Şefkatli bir birey olmaya çalışın. Bilim yolundan ayrılmayın. Bilimin daha gelişkin teknolojik savaş malzemeleri, daha geniş kitlesel imha silahları için değil, insanlık yararına geliştirilmesi için inatla çalışın. Hayata karşı tarafsız olun. Hiçbir zaman adalet terazisinin bir kefesine siz oturmayın. Adalet herkes içindir unutmayın. Bencillikten kaçının. Egolarınızı, kin, nefret ve öfkelerinizi kontrol altına alın.. Biat kültürüne prim vermeyin. Asla mutlak itâatkâr ve statükocu olmayın. Kulun kulu olmayın. Eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmayın. Kalbinizin  ve beyninizin dışında hakimiyet kabul etmeyin.   Zihninize ve kalbinize güvenin. Yazdıkça daha iyi yazacağınızı ve belki de zamanla iyi bir yazar olabileceğinizi unutmayın. Ve sevin…Lütfen sevin. Hayatı, insanları, doğayı ve tüm canlıları sevin. Asla  insani değerlerinizi, vicdan ve merhemetinizi geri plânda bırakmayın. Doğruluk ve dürüstlük yolundan savrulmayın. Onları her hâl ve şart altında ve bedeli her ne olursa olsun savunun.

Bütün bunları tavsiye ederken ‘Sanki siz böyle misiniz?’ dediğinizi duyar gibiyim. Elbette böyle bir iddiam yoktur. Fakat bana yönelik bu sorunun cevabını vermesi gereken ben değilim. En doğru cevabı verecek olanlarbenim çocuklarım, okuyucularım ve beni tanıyanlar; yani başkalarıdır. Ama kısaca şunu söylebilirim ki, insan olarak hepimizin  olması gereken tam da budur.

- Teşekkürler ve sevgiyle…

Resim 1