Abdullah Şanlıdağ
İletişim: [email protected]
Eskiden yani 2000’li yıllar öncesinde “şeriat tehlikesi” teması üstünden siyaset yapılırdı. Çünkü dindarlar veya laiklerin söylemiyle “İslamcılar» muhalefetteyken daha sert ve tavizsizlerdi. Mesela Şevki Yılmaz kasetlerini ve Erbakan hocanın mitinglerini hatırlayalım. Onları dinlediğinizde, kendinizi bir gün sonra cihada gidecek zannederdiniz. Laikler dindarların bu durumuna bakarak, sürekli şeriat tehlikesini gündemde tutar ve ona göre siyaset yaparlardı. Şimdi şeriat tehlikesi üzerinden siyaset yapma devri kapandı. Peki neden?
Dindarlar iktidar olduktan sonra şeriat tehlikesi kalktı. Burada soru şu: Dindarların muhalefetteyken savundukları argümanlar mı iktidar oldu, yoksa iktidar nimetine kavuşan Müslümanlar da mı sekülerleşti? İkisi de değil ama demokrat muhafazakârların yaşantı ve düşüncelerinde derin fay hatları oluştu.
Malum iktidar, makam, para ve saltanat insanı değişip dönüştürür. Bu anlamda Etyen Mahçupyan’ın kısmen katıldığım bir tespiti var. Mahçupyan’a göre (…) «Çok kısa bir süre AK Parti’nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti.”
Bu tespitlere yönelik çok şeyler söylenebilir. Ancak sağlıklı bir çıkış yolu bulabilmek için hem Türkiye’deki ve hem de dünyadaki gelişmeleri çok iyi okumak gerekiyor. 7 Ekim tarihli Gazze saldırısı bizlere gösterdi ki, tüm batı dünyası ve küresel akıl, vahşi İsrail terör örgütünün yanında saf tuttu. Demokrasi, insan hakları, hak ve hukuk gibi kavramlar iflas etti. İsrail’in yaşam hakkı olduğunu dile getiren ABD ve işbirlikçileri, aynı haklara Filistinlilerin de sahip olduğunu görmezden geldiler.
Elbette sadece Filistin’de kan akmıyor. Dünyanın birçok bölgesinde savaşlar ve zulüm var. Yeni bir dünyaya doğru evriliyoruz.
Bir tarafta depremler, orman yangınları, sel felaketleri ve iklim değişikliğinin getirdiği doğal afetler, diğer tarafta ise insanlığın çiğnemiş olduğu insan hakları ihlalleri. Dolayısıyla AK Parti’nin demokratik açmazını ve ilk 10 yılındaki tarihi fırsatın kaçırıldığı tespitlerini yaparken bu gerçekliklerle birlikte düşünülmesi kanaatindeyim. Yani meselenin bir bize, bir de küresel dünyaya bakan cephesi var.
Biz de kendi içimizde değişip dönüşerek dünyaya ayak uydurmaya başladık.
Mütedeyyin Müslümanlar ve savundukları dini değerler yerini, tatlı su ve rant İslamcılığına bıraktı. İslamcılığın en azından kavram olarak içi boştu ve arka planda dini zenginlik içermiyordu. Mağduriyet üzerinden siyaset yapan bizlerin bu çağrısına halklar olumlu cevap verdi. Bu vesileyledir ki uzun süredir dindarlar iktidarda bulunuyorlar. Dindarların değişip dönüştürdüğü herhangi bir şey yok. Müslümanların laik seküler kesim tarafından gasp edilen hakların bir kısmı tekrar kendilerine teslim edildi.
Başörtüsü, kamusal alanda okumak ve görev almak, inanç ve fikir özgürlüğü vs..
AK Parti 22 yıllık iktidarına rağmen laik sistemin hâlâ sigortasına ve ana nirengi noktalarına dokunamadı. Hâlâ darbeci Evren’in Anayasası ile yönetiliyoruz. Bu noktada da muhalefetin kabahati çok büyük. Türk siyasetine yön verebilecek, iktidarı hem eleştirebilecek hem de yeni argümanlarla Türkiye’yi farklı ufuklara taşıyacak dinamikler üreten bir muhalefet yok. Kim bilir belki de AK Parti’yi uzun ömürlü kılan en büyük etken de budur.
Ak Parti’nin değişmesi, karşısında muhalefet yapabilecek siyasal bir yapının olmayışından kaynaklanıyor. Dolayısıyla seçmen mevcut siyasi tabloya bakarak, “yine de AK Parti’den iyisi yok diyor.”
Ak Parti güncel dünya ve onun sorunlarıyla ile birlikte hareket ediyor. AK Parti de eski söylemlerle yeni Türkiye’de tutunabilme imkanının olmadığını çok iyi görüyor.
Bize göre AK Parti otantik yapısını kısmen de olsa koruyor. Bu yüzden de geçmişi taklit etmekten özenle kaçınıyor. AK Parti kendi dinamiklerinden kopmadan, aşırı uçlar ve bölücü siyasi yapılarla da uzlaşmadan uygarlık yolunda ilerlemeye çalışıyor.
Bunu yaparken de Türkiye’nin demografik ve demokrasi yapısına da zarar vermemeye çalışıyor. Eski söylem ve politikalarla yeni Türkiye’de ayakta kalabilmek oldukça zor.
Ak Parti hiçbir zaman kendisini İslamcı bir parti olarak isimlendirmedi. Ak Parti, İslami bir devlet ve toplum düzenini referans alan anti-batıcı bir hareket değildir. Liberal çizgide, muhafazakar demokrat bir profil yol haritası çizdi. Ak Parti, her ne kadar kendisini İslamcı bir parti olarak isimlendirmese ve milli görüş gömleğini çıkartmış olduğunu söylese de, İslamcılık ve milliyetçilik arasında gidip gelen muhafazakâr bir siyaset izliyor. Son yıllarda ise muhafazakâr kimlik siyasetinde de yozlaşma başladı. Şöyle ki, muhafazakârlıkta asıl olan manevi dinamikleri, inanç kotlarını, toplumsal değerleri, din ve aile gibi kurumları geleneksel kimlikten kopmadan değişim rüzgârlarından koruyabilmektir. Ak Parti’nin gelecek tasavvuru ve ortaya koyduğu projeler güzel olmakla birlikte yetersiz. Türk siyasetini kuşatan milliyetçilik dalgası son yıllarda Türk soluna da sıçramıştır. Ak Parti’yi milliyetçilik limanına çeken ana etken nedir? PKK’nın hendek siyaseti ve hâlâ devam eden terör olayları, 17-25 Aralık operasyonları, Kürt açılımının bitmesi ve Kürt sorununun akamete uğraması, 15 Temmuz darbe girişimi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin gerektirdiği yüzde 51 ihtiyacı, MHP ile yapılan ittifak vb. birçok etken AK Parti’nin kendisini milliyetçiliği ön plana almasına sevk etmiştir. Her şeye rağmen Ak Parti, değişimin hızını yavaşlatacak ya da sonlandıracak enstrümanları elinde tutuyor.